Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kitap: "Tüm Yönleriyle Osmanlı'da Harem - Prof. Dr. Ahmet Akgündüz"

     İçinde bulunduğumuz karantina günlerinde ben de herkesin geçtiği bazı fazlardan geçtim. Ev temizliği ile ruhunu dinlendirme, mutfakta maharetlerini sergileyerek öz güven geliştirme, spor yaparak kendini aşırı sağlıklı hissetme, son olarak da yıllardır gezdiğim evlerde benim peşimden sürüklenen kitapları okuyarak entelektüel birikimime kıymetli katkılar sağlama şeklinde bir sıralama izledim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; bugüne kadar izlediğim temizlik rutinleri kaliteli bir hayat için yeterliymiş, bugüne kadar yapmadığım yemekler aslında pek damak tadımıza uygun olmayan yemeklermiş, düzenli spor yapmak gerçekten maharet işiymiş ve son olarak bugüne kadar alıp okuyamadığım kitaplar gerçekten bana pek hitap etmeyen, benden çaldığı zamana değmeyecek kitaplarmış. Canım kendim, dar zamanlarda hayatımla ilgili en iyi kararları vermişim zamanında :)     Gelelim benim için zaman kaybı olmuş kitaplardan birine. "Tüm Yönleriyle Osmanlı'da Harem" kitabını ne za...
En son yayınlar

BEST SELLER KİTAPLAR İLE PIRIL PIRIL KAFALAR

Birkaç yıl önce bir dükkanda işimin tamamlanmasını beklerken bir yandan da kitap okuyordum. Tam olarak kitabın adını hatırlamıyorum ama sanırım bir hikaye kitabıydı. Mustafa Kutlu ya da Sait Faik olabilir. Benimle birlikte bekleyen kadınlardan biri bana dönüp ne okuduğumu sordu. Üstünkörü birkaç cümle ile anlattım. Kadın benim cümlelerimden sonra konuşmaya devam etti. “Ben de çok severim kitap okumayı. Bazen günde bir kitap bitirdiğim olur.” Durdu, benim bir tepki vermemi bekledi. Ben de o tuzağa düştüm ve devam ettim: “Ne kadar güzel. Ne tür kitaplar okuyorsunuz?” Ve o cümleleri kurdu. “En çok bestseller (çok satan) kitapları okumayı seviyorum.” Benim için konuşma teknik olarak burada biterdi aslında. Çok satan kitapların gerçekten çok satıyor olmasına inanmak istemiyorum çünkü. Kadın en son okuduğu, Afrika’daki kadınların nasıl kaçırıldığı ve köle olarak kullanıldığını anlatan bir kitaptan üzüntüyle, hatta kahrolarak bahsetti. Bu kitabı okurken ne kadar ağladığını anlattı. “Amaaa” d...

Yeraltından Notlar ve “Yeraltı” filmi üzerine bazı notlar

“Yeraltından Notlar” kitabını yıllar önce bir hevesle almıştım. Aldığım zamandan beridir her elime alıp okumaya başladığımda da, daha 3-4 sayfa ilerleyemeden kitabı anlama ümidim kırılır ve ileri bir zamanda, beynimin daha çok gelişip idrakimin daha çok açılacağını umduğum bir zaman, okumak için yerine geri koyardım. Ta ki Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” filmini izleyene kadar.                 Film izlemeyi pek seven bir insan değilim. İzleyeceğim filmin gerçekten vakit harcamaya değer olduğuna inanmam gerekir. Bu filmde hem başrolde Engin Günaydın’ın oynaması hem Ankara’da yaşayan bir memurun hayatıyla alakalı olması, üstüne üstlük Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabından esinlenilmiş olması epey ilgimi çekti. Zeki Demirkubuz’un daha önceden “Masumiyet” ve “Kader” filmlerini izlemiştim. Filmlerden yükselip içime giren mutsuzluk duygusunu çok net bir biçimde hissetmekle beraber, bu mutsuzluğa bir şekilde y...

Kale - Antoine de Saint-Exupéry I

<< Şöyle derdi babam bana:  “Birlikte bir kule yapmaya zorla onları, hepsini kardeş edersin. Ama birbirlerinden nefret etmelerini istiyorsan, bir avuç yem at önlerine.” >> <<Uğraştığın şeyi kurarsın, işte bu kadar. Uğraştığın şey çarpıştığın şey bile olsa. Kendisiyle savaşırsam, düşmanımı kurarım. Örsümde döverim onu sertleştiririm. Geleceğin özgürlüğü adına, boşu boşuna, baskımı güçlendirmeye kalktım mı kurduğum şey baskıdır. Çünkü yaşamla oyun olmaz. Düşmanımı dize getirmekle yetinirsem, düşmanımı ve kinini kurarım. >> << Elbette aşk adına seni tüketen çalışma ne kadar çetinse, o kadar coşturur seni. Ne kadar çok verirsen, o kadar çok büyürsün. Ama alacak biri bulunmalı. Yitirmek vermek değildir. >> << Sonrasızcasına kovaladığın sonrasızcasına uzaklaşır, diyorsun…>> << Aşk elimin altında bir yedeklik değildir: yüreğimin emeğidir her şeyden önce. >> << Dil yoluyla geçiremem içimdekini. İçimd...

Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar

<<Ta  yerin altında ilerleyen ve gerileyen dalgaların sağır gürültüsü, küçük piyanoları aşk fısıltıları, kanat çırpışları, şıpırtıları hülasa bilinmeyen varlıkların, yalnız günün bu saati için yaşayan, akşamla gecenin arasındaki geçidi doldurduktan sonra kim bilir hangi sedef kabuğunda, balık pulunda, kaya çukurunda, ay ve yıldız aksinde uyuyan binlerce varlığın sesleriyle kenarları pul pul, akisleri renkli, büyük davetler onu çağırırdı. Nereye çağırırdı? Mümtaz bunu bilseydi; belki bu davete koşardı. Çünkü suyun sesi aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. Karanlıkta su sesi insanın içindeki, ölüm mayasının dilini konuşur.>> << “Üzülme hepsi düzelir, hepsi düzelir...” diye ayrıldı. Bunlar kendinden çok yaşlılardan öğrendiği sözlerdendi. Belki de böyle olduğu için senelerce kullanmaktan garip bir inatla çekinmişti. Fakat şimdi bu adamın ıstırabı karşısında kendiliğinden dilinin ucuna geliyorlardı. Demek ki sadece ıstıraplarımız, üzüntülerimiz değil tesellile...

AH STOCKHOLM, VAH STOCKHOLM!

Bunun bir kelimesi vardı, neydi? Hani duraktasındır, göğe bakarsın, kalabalıklaşırsın da anlatamazsın, noktadan öteye geçemezsin. Otobüs gider, sen kalırsın. İşte öylece kalakaldım bu şehirde. Sonbaharda yapraklar ve karıncalar ezdim Gülhane’de. Aşiyan’dan, Karacaahmet’ten ahretliklerim oldu, muhabbetleştim- muhabbet deştim. Kışın düştüm. Yaz geldi bisiklete bindim, şemsiye açtım bir sabah vakti, güneşte gölgem oldu deniz. Ama bahar oldu mu aranmaya başladım: Kelimesi neydi bunun? Sonsuzluk ve- ya da Bir Gün? Gelse yanıma sarışınından bir minik “Sana kelime getireyim ister misin?” dese, “ama bu sana pahalıya patlar.” İstediğin şeker olsun, bir boğaz dolusu şeker senin olsun, yelken açar seyyah olursun, derim. Yeter ki ver bana kelimelerimi. Bir kaşık Schopenhauer getirse bana, onu bile çalar bu şehir. Zavallı derler arkamdan, vallahi üzülürüm.* Bilsem ki Bozkır’da romanlar, şiirler, tınılar benim olacak, Tomris’in kadınları gibi aydınlanıp atarım bir adım, durmam bu gürültüde,...

Tam Aydınlanıcam Bi Gülme Geliyo

Hep kitap okumayı çok seven bir çocuktum. Hatta okumayı ilk öğrendiğimde çok yüksek sesle okuduğum için annem-babam evde uzun süre kitap okumama izin vermezlerdi ben de bu yüzden el feneriyle yorgan altında okurdum kitabımı. Bugün gözlüksüz bir karış öteyi görememem o günlerin mirasıdır. Kardeşim liseye başlayana kadar ders kitapları dahil doğru düzgün pek kitap okumuş sayılmaz. Ben de kardeşime okumayı sevdirmek için türlü yollara başvurdum. Çocuk kitap okusun diye döndürdüğüm numaralar sistematikleştirilse yepyeni bir eğitim modeli çıkar yani. Bütün bu yöntemlerden tek biri işe yaradı: karikatür okutmak. Bir çocuk dergisinin sadece karikatür sayfalarını okutmayı başarmıştım. Onunla beraber ben de karikatür okumaya özel bir ilgi duymaya başladım. Karikatür ilgim çocuk dergilerinden çıktı, karikatüristleri takip etmeye başladım.                  Yaklaşık yedi yıllık bir karikatür okuyucusu o...