İçinde bulunduğumuz karantina günlerinde ben de herkesin geçtiği bazı fazlardan geçtim. Ev temizliği ile ruhunu dinlendirme, mutfakta maharetlerini sergileyerek öz güven geliştirme, spor yaparak kendini aşırı sağlıklı hissetme, son olarak da yıllardır gezdiğim evlerde benim peşimden sürüklenen kitapları okuyarak entelektüel birikimime kıymetli katkılar sağlama şeklinde bir sıralama izledim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; bugüne kadar izlediğim temizlik rutinleri kaliteli bir hayat için yeterliymiş, bugüne kadar yapmadığım yemekler aslında pek damak tadımıza uygun olmayan yemeklermiş, düzenli spor yapmak gerçekten maharet işiymiş ve son olarak bugüne kadar alıp okuyamadığım kitaplar gerçekten bana pek hitap etmeyen, benden çaldığı zamana değmeyecek kitaplarmış. Canım kendim, dar zamanlarda hayatımla ilgili en iyi kararları vermişim zamanında :) Gelelim benim için zaman kaybı olmuş kitaplardan birine. "Tüm Yönleriyle Osmanlı'da Harem" kitabını ne za...
Birkaç yıl önce bir dükkanda işimin tamamlanmasını beklerken bir yandan da kitap okuyordum. Tam olarak kitabın adını hatırlamıyorum ama sanırım bir hikaye kitabıydı. Mustafa Kutlu ya da Sait Faik olabilir. Benimle birlikte bekleyen kadınlardan biri bana dönüp ne okuduğumu sordu. Üstünkörü birkaç cümle ile anlattım. Kadın benim cümlelerimden sonra konuşmaya devam etti. “Ben de çok severim kitap okumayı. Bazen günde bir kitap bitirdiğim olur.” Durdu, benim bir tepki vermemi bekledi. Ben de o tuzağa düştüm ve devam ettim: “Ne kadar güzel. Ne tür kitaplar okuyorsunuz?” Ve o cümleleri kurdu. “En çok bestseller (çok satan) kitapları okumayı seviyorum.” Benim için konuşma teknik olarak burada biterdi aslında. Çok satan kitapların gerçekten çok satıyor olmasına inanmak istemiyorum çünkü. Kadın en son okuduğu, Afrika’daki kadınların nasıl kaçırıldığı ve köle olarak kullanıldığını anlatan bir kitaptan üzüntüyle, hatta kahrolarak bahsetti. Bu kitabı okurken ne kadar ağladığını anlattı. “Amaaa” d...