Ana içeriğe atla

Kitap: "Tüm Yönleriyle Osmanlı'da Harem - Prof. Dr. Ahmet Akgündüz"


    İçinde bulunduğumuz karantina günlerinde ben de herkesin geçtiği bazı fazlardan geçtim. Ev temizliği ile ruhunu dinlendirme, mutfakta maharetlerini sergileyerek öz güven geliştirme, spor yaparak kendini aşırı sağlıklı hissetme, son olarak da yıllardır gezdiğim evlerde benim peşimden sürüklenen kitapları okuyarak entelektüel birikimime kıymetli katkılar sağlama şeklinde bir sıralama izledim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; bugüne kadar izlediğim temizlik rutinleri kaliteli bir hayat için yeterliymiş, bugüne kadar yapmadığım yemekler aslında pek damak tadımıza uygun olmayan yemeklermiş, düzenli spor yapmak gerçekten maharet işiymiş ve son olarak bugüne kadar alıp okuyamadığım kitaplar gerçekten bana pek hitap etmeyen, benden çaldığı zamana değmeyecek kitaplarmış. Canım kendim, dar zamanlarda hayatımla ilgili en iyi kararları vermişim zamanında :)

    Gelelim benim için zaman kaybı olmuş kitaplardan birine. "Tüm Yönleriyle Osmanlı'da Harem" kitabını ne zaman, nereden ve niçin aldığımı hatırlamıyorum. Yalnız alırken büyük bir hevesle, Türk tarihinin karanlık ve karmaşık gibi görünen bir kısmına artık vakıf olacağım fikrinin heyecanı ile aldığımdan eminim. Beklenti ne kadar yüksek oluyorsa hayal kırıklığı da o denli büyük oluyor işte. 

    Kitapla ilgili temel sorunum vaad ettiği içerik ile ihtiva ettiği bilgilerin birbiriyle çok az örtüşüyor olması oldu. Kitabın başında yazarın belirttiği ve benim de beklediğim içerik bugüne kadar harem hakkında yazılıp çizilmiş yalan ve yanlış bilgilerin yerine güvenilir kaynaklara dayandırılarak doğru bilgilerin verilmesi; Osmanlı tarihinde bir eğitim yuvası olarak bildiğimiz harem kurumuna atılan iftiralardan yine güvenilir kaynaklar aracılığıyla temize çıkarılması şeklindeydi. Yazarın hakkını yiyemem, gerçekten kitabın kaynakçası çok zengin ve tarih alanından çok güvenilir tarih yazarlarının eserlerini içeriyor. Ancak hedeflediği ana fikri kitaba yansıtma bakımından zayıf bulduğumu inkar edemem.

     Kitap, Osmanlı döneminden bugüne haremle ilgili yazılan yazıların ve ortaya konulan diğer eserlerin haremi nasıl tasvir ettiğini, nasıl içeriklerle anlatıldığını paylaşarak başlıyor. Bu eserlerin ne maksatla ve hangi fikri alt yapıyla ortaya konduğunu da uzun ve açıklayıcı biçimde anlatıyor. Bu anlamda kitabın birinci bölümünü doyurucu buldum. Devamında, haremi anlamak için İslam hukukunda kölelik ve cariyelik konusu hakkında fıkhi bilgiye sahip olmanın okur için haremi anlama bakımından önemli olduğunu söylüyor ve uzun uzun bu mevzunun kaidelerinden bahsediyor. Son bölümde ise Osmanlı’da saray teşkilatından ve saraydaki her bir görevlinin ne iş yaptığından; sarayın mimari yapısından ve saraydaki bölümlerin ne için hangi zamanlarda kullanıldığından bahsediyor. Burada kitaptaki kopuk anlatım benim için had safhaya ulaşıyor açıkçası.

    Öncelikle, kitapta Osmanlı Devleti’nin klasik dönem boyunca hangi sarayları kullandıkları, uzun ve tafsilatlı biçimde anlatılmış. Arkasından Topkapı Sarayı’nın mimari yapısı ve kullanım alanları yine uzun uzun anlatılmış. Sonra saray görevlilerine geçilmiş ve her bir bölümdeki görevli ne işle meşguldür, hangi padişah zamanında kaç akçe yevmiye alırmış bilgisine kadar paylaşılmış. Sonunda hareme geçtik diye sevinirken yazarın burada da tavrı değişmemiş; bu kısımda anlatılanları 3 maddede özetleyebiliriz; haremdeki görevlilerin yaptığı işler, İslam hukukuna göre cariyelerle efendileri arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğinin birkaç kez tekrarı, nadiren de olsa karşımıza çıkan haremin bir zevk ve safahat değil eğitim ve aile mekanı olduğuna dair zayıf ilmi ve fikri temellere dayandırılan yorumlar.

       Son madde üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Yazar, kitapta harem dairesinin mimari ve sosyal yapısını ya da Osmanlı hükümdarlarının genel tavırlarını kanıt niteliğinde sunarak haremin gayrimeşru bir zevk ve safa alemi olmadığını ispat etmeye çalışmış. Ancak burada kullandığı kanıtları bilimsel bir gözle bakınca zayıf bulduğumu ifade etmek zorundayım. Yazarın Osmanlı Devleti’ne ve sultanlarına olan hayranlığı kullandığı kanıtlarda ifadelerini güçlü tutmasına engel olmuş. Genelde ifadelerini “İslam’a bu kadar bağlı ve Kur’an-ı Kerim’e bu kadar hürmet duyan hükümdarlar böyle ahlaksızlıklar yapar mı yahut yapılmasına göz yumar mı?” şeklinde, kendisi de cevaptan emin değilmiş gibi yahut ortada çok açık bir gerçeklik varmış da o gerçekliğe işaret etmeye lüzum görmüyormuş gibi sunmuş. Maalesef, bu gerçeklik bu kadar ayan beyan ortada olsa üzerine ne siz bir kitap yazma ne de biz bir kitap alıp okuma ihtiyacı hissederdik sayın yazar.

    Sonuç olarak, Ahmet Akgündüz’ü acizane iyi bir tarihçi ve ilim adamı olarak bilmeme rağmen kitabını zayıf ve zaman kaybı olarak bulduğumu yeniden belirtmek zorundayım. Kitabın içeriği detaylı ve okuyucuya gerek olmayacak, kendini tekrarlayan bilgilerle ve fikri zemini sağlam olmayan yorumlarla doldurulmuş. Yazılma amacına uygun olacak içerik çok az ve zayıf tutulmuş. Yalnız saray teşkilatı ve yapısıyla ilgili olanların işine yarayacak bir kitap olduğuna inanıyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yeraltından Notlar ve “Yeraltı” filmi üzerine bazı notlar

“Yeraltından Notlar” kitabını yıllar önce bir hevesle almıştım. Aldığım zamandan beridir her elime alıp okumaya başladığımda da, daha 3-4 sayfa ilerleyemeden kitabı anlama ümidim kırılır ve ileri bir zamanda, beynimin daha çok gelişip idrakimin daha çok açılacağını umduğum bir zaman, okumak için yerine geri koyardım. Ta ki Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” filmini izleyene kadar.                 Film izlemeyi pek seven bir insan değilim. İzleyeceğim filmin gerçekten vakit harcamaya değer olduğuna inanmam gerekir. Bu filmde hem başrolde Engin Günaydın’ın oynaması hem Ankara’da yaşayan bir memurun hayatıyla alakalı olması, üstüne üstlük Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabından esinlenilmiş olması epey ilgimi çekti. Zeki Demirkubuz’un daha önceden “Masumiyet” ve “Kader” filmlerini izlemiştim. Filmlerden yükselip içime giren mutsuzluk duygusunu çok net bir biçimde hissetmekle beraber, bu mutsuzluğa bir şekilde y...

Tam Aydınlanıcam Bi Gülme Geliyo

Hep kitap okumayı çok seven bir çocuktum. Hatta okumayı ilk öğrendiğimde çok yüksek sesle okuduğum için annem-babam evde uzun süre kitap okumama izin vermezlerdi ben de bu yüzden el feneriyle yorgan altında okurdum kitabımı. Bugün gözlüksüz bir karış öteyi görememem o günlerin mirasıdır. Kardeşim liseye başlayana kadar ders kitapları dahil doğru düzgün pek kitap okumuş sayılmaz. Ben de kardeşime okumayı sevdirmek için türlü yollara başvurdum. Çocuk kitap okusun diye döndürdüğüm numaralar sistematikleştirilse yepyeni bir eğitim modeli çıkar yani. Bütün bu yöntemlerden tek biri işe yaradı: karikatür okutmak. Bir çocuk dergisinin sadece karikatür sayfalarını okutmayı başarmıştım. Onunla beraber ben de karikatür okumaya özel bir ilgi duymaya başladım. Karikatür ilgim çocuk dergilerinden çıktı, karikatüristleri takip etmeye başladım.                  Yaklaşık yedi yıllık bir karikatür okuyucusu o...

Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar

<<Ta  yerin altında ilerleyen ve gerileyen dalgaların sağır gürültüsü, küçük piyanoları aşk fısıltıları, kanat çırpışları, şıpırtıları hülasa bilinmeyen varlıkların, yalnız günün bu saati için yaşayan, akşamla gecenin arasındaki geçidi doldurduktan sonra kim bilir hangi sedef kabuğunda, balık pulunda, kaya çukurunda, ay ve yıldız aksinde uyuyan binlerce varlığın sesleriyle kenarları pul pul, akisleri renkli, büyük davetler onu çağırırdı. Nereye çağırırdı? Mümtaz bunu bilseydi; belki bu davete koşardı. Çünkü suyun sesi aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. Karanlıkta su sesi insanın içindeki, ölüm mayasının dilini konuşur.>> << “Üzülme hepsi düzelir, hepsi düzelir...” diye ayrıldı. Bunlar kendinden çok yaşlılardan öğrendiği sözlerdendi. Belki de böyle olduğu için senelerce kullanmaktan garip bir inatla çekinmişti. Fakat şimdi bu adamın ıstırabı karşısında kendiliğinden dilinin ucuna geliyorlardı. Demek ki sadece ıstıraplarımız, üzüntülerimiz değil tesellile...