Birkaç yıl önce bir dükkanda işimin
tamamlanmasını beklerken bir yandan da kitap okuyordum. Tam olarak kitabın
adını hatırlamıyorum ama sanırım bir hikaye kitabıydı. Mustafa Kutlu ya da Sait
Faik olabilir. Benimle birlikte bekleyen kadınlardan biri bana dönüp ne
okuduğumu sordu. Üstünkörü birkaç cümle ile anlattım. Kadın benim cümlelerimden
sonra konuşmaya devam etti. “Ben de çok severim kitap okumayı. Bazen günde bir
kitap bitirdiğim olur.” Durdu, benim bir tepki vermemi bekledi. Ben de o tuzağa
düştüm ve devam ettim: “Ne kadar güzel. Ne tür kitaplar okuyorsunuz?” Ve o
cümleleri kurdu. “En çok bestseller (çok satan) kitapları okumayı seviyorum.”
Benim için konuşma teknik olarak burada biterdi aslında. Çok satan kitapların
gerçekten çok satıyor olmasına inanmak istemiyorum çünkü. Kadın en son okuduğu,
Afrika’daki kadınların nasıl kaçırıldığı ve köle olarak kullanıldığını anlatan
bir kitaptan üzüntüyle, hatta kahrolarak bahsetti. Bu kitabı okurken ne kadar
ağladığını anlattı. “Amaaa” dedi. “Amaaa bir de bir kitap okudum; o ne sapık
bir kitaptı öyle. Neydi adı… Araba Sevdası! Zor bitirdim kitabı zor. Okurken de
her bir sayfayı yırttım ki benden sonra kimse okumasın diye. Ne kadar ahlaksız
bir kitaptı o!”
Tabi bu cümleden sonra, gençliğin
verdiği hevesle, klasik eserlerin önem ve anlamını anlatma girişiminde
bulundum. Kadının “Ay yok yok yok! Olmaz olsun öyle kitap!” diye çığlıklarla
bölmesinden sonra vazgeçtim.
O gün çok satan kitaplara karşı olan
tiksintim biraz daha katlandı. Geçtiğimiz günlerde, bir “çok satan kitap”ı
okuduktan sonra, bu hatıra çerçevesinde çok satan kitapların arkasında yatan
genel mantığı, olay örgüsünün dizilişindeki o Hollywood tarzı yükselme ve
alçalmaları gözden geçirme ve zihnimde yeniden yorumlama şansım oldu. Bu arada kitap Halid Huseyni'nin "Uçurtma Avcısı" kitabıydı.
Öncelikle, çok satan kitap
çıkarmanın temel prensibi toplumu ilgilendirdiğini düşündüğün bir konudan
bahsetmek sanırım. Ancak bu konuyu anlatırken öyle bir üslup takınmak gerekiyor
ki kimse incinmesin. Sonuçta zulme uğrayan kadar zulmeden toplumun üyelerinin
de kitabımızı satın almasını istiyoruz. Haliyle insanlığı alakadar eden
meselelerden bahsetme diğerkâmlığını zülf-i yâre dokunmama onursuzluğuyla
anlatmamız gerekiyor. Örneğin kitapta 11 Eylül olaylarından azıcık bahsedilmiş
ve bu olayların sadece Amerikan milliyetçiliğini arttırdığıyla alakalı bir
şeyler anlatılmış. Peki bu yükselen milliyetçilik akımının toplumda hiçbir
yankısı olmamış mı? Mesela Müslümanlara karşı takınılan önyargılı tutuma,
ayrımcılığın ve ırkçılığın artmasına ve yayılmasına nedense hiç değinilmemiş.
Gerçi, kitapta geçtiği kadarıyla,11 Eylül olaylarından yaklaşık altı ay sonra
Amerikadaki Afganlar neşe içinde milli bayramlarını kutlayabildiğine göre Amerikalılar
ve azınlıklar kardeş kardeş yaşamaya devam etmiş. Bunun yanında Taliban
yönetimini yerden yere vurma konforundan vazgeçilip Afganistan’a giren
Amerika’ya dönüp yüz ekşitme zahmetine bile girilmemiş.
Kitapta yer alan temel olaylar da
yine insan olarak hepimizi ilgilendiren ve duyarlılık geliştirmemiz beklenen
sorunlardan kaynağını alıyor ancak yazar vicdanlarımızı çok hırpalamadan,
uykularımızı kaçıracak detaylara girmeden, uzanıp düzeltemeyeceğimiz büyük
problemlerin üzerinden kuş bakışı geçerek kahramanın hikayesine geri dönüyor.
Örneğin; bombardımanlarla yıkılan kentlerden bahsediyor ki biz buna ne
yapabiliriz öyle değil mi! Bu devletlerin, büyük adamların meselesi sonuçta.
Bir bilinç kazanıyoruz ama ellerimizi kirletmeden. Örneğin bir savaş suçu olarak
tecavüzlere değinilmeden, organ kaçaklığından bahsedilmeden… Böylece biz de bir
yandan o insanlar için dertlenirken diğer yandan kitabın sınırlı konuları
çerçevesinde elimizden zaten bir şey gelemeyeceği, gelse muhakkak yapacağımızın
huzurlu düşüncesiyle kitabın kapağını kapatıyoruz.
Bu arada, kitapta ne kadar ahlak
dışı olaylar yaşanırsa yaşansın eğer ahlaksızlığı yapan kitabımızın baş
karakteri değilse kitapta kamu ahlakına aykırı bir durum olduğunu iddia
edemeyiz. Bununla ilgili öne sürebileceğim hipotez; kitapta baş kahramanın
yaşadıkları ve duygu durumu o kadar net ve ayrıntılı biçimde anlatılıyor ki
ister istemez kahramanla bütünleşiyoruz sanırım. Haliyle kahramanın duruşundan
kendimizi de sorumlu tutmaya başlıyoruz. Haksızlığa karşı duruşundan gururlanıyor;
korkakça davranınca onun adına biz utanıyoruz.
Bir başka dikkatimi çeken nokta; tam
“sonunda düze çıktılar” diye düşünürken ortaya yeni bir problem çıkıyor. Bu çok
satan yazarlar, sanırım, heyecanı sürekli yüksekte tutmanın da bir sıradanlık
olabileceğini keşfetmiş. Okuyucunun kitabın sakince ilerleyen kısımlarında
dinlenmesine izin verdikten sonra ortaya aniden bir problem çıkartarak yeni bir
heyecan imkanı sunuyorlar. Klasik bir Hollywood dizisi taktiği değil miydi bu?
Özetle, Halid Hüseyni’nin kitabı tam
bir Amerikan kitabı olmuş. Yani apaçık ortada duran gerçeği gizleyip, anlatmaya
karar verdiği gerçekleri de abartarak anlatan, herkese “gel bak senin için de
bu kitapta bir şeyler var” sinyali veren; kendini bu yolla sattıran şişirme bir
kitap. Gizlenen gerçek ortaya çıkana kadar ya da söylenen yalan artık hiç kimseye
fayda sağlamayıncaya kadar herkesin ekmeğini yiyeceği bir kitap olmuş.
Yorumlar
Yorum Gönder