Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kale - Antoine de Saint-Exupéry I

<< Şöyle derdi babam bana:  “Birlikte bir kule yapmaya zorla onları, hepsini kardeş edersin. Ama birbirlerinden nefret etmelerini istiyorsan, bir avuç yem at önlerine.” >> <<Uğraştığın şeyi kurarsın, işte bu kadar. Uğraştığın şey çarpıştığın şey bile olsa. Kendisiyle savaşırsam, düşmanımı kurarım. Örsümde döverim onu sertleştiririm. Geleceğin özgürlüğü adına, boşu boşuna, baskımı güçlendirmeye kalktım mı kurduğum şey baskıdır. Çünkü yaşamla oyun olmaz. Düşmanımı dize getirmekle yetinirsem, düşmanımı ve kinini kurarım. >> << Elbette aşk adına seni tüketen çalışma ne kadar çetinse, o kadar coşturur seni. Ne kadar çok verirsen, o kadar çok büyürsün. Ama alacak biri bulunmalı. Yitirmek vermek değildir. >> << Sonrasızcasına kovaladığın sonrasızcasına uzaklaşır, diyorsun…>> << Aşk elimin altında bir yedeklik değildir: yüreğimin emeğidir her şeyden önce. >> << Dil yoluyla geçiremem içimdekini. İçimd...

Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar

<<Ta  yerin altında ilerleyen ve gerileyen dalgaların sağır gürültüsü, küçük piyanoları aşk fısıltıları, kanat çırpışları, şıpırtıları hülasa bilinmeyen varlıkların, yalnız günün bu saati için yaşayan, akşamla gecenin arasındaki geçidi doldurduktan sonra kim bilir hangi sedef kabuğunda, balık pulunda, kaya çukurunda, ay ve yıldız aksinde uyuyan binlerce varlığın sesleriyle kenarları pul pul, akisleri renkli, büyük davetler onu çağırırdı. Nereye çağırırdı? Mümtaz bunu bilseydi; belki bu davete koşardı. Çünkü suyun sesi aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. Karanlıkta su sesi insanın içindeki, ölüm mayasının dilini konuşur.>> << “Üzülme hepsi düzelir, hepsi düzelir...” diye ayrıldı. Bunlar kendinden çok yaşlılardan öğrendiği sözlerdendi. Belki de böyle olduğu için senelerce kullanmaktan garip bir inatla çekinmişti. Fakat şimdi bu adamın ıstırabı karşısında kendiliğinden dilinin ucuna geliyorlardı. Demek ki sadece ıstıraplarımız, üzüntülerimiz değil tesellile...

AH STOCKHOLM, VAH STOCKHOLM!

Bunun bir kelimesi vardı, neydi? Hani duraktasındır, göğe bakarsın, kalabalıklaşırsın da anlatamazsın, noktadan öteye geçemezsin. Otobüs gider, sen kalırsın. İşte öylece kalakaldım bu şehirde. Sonbaharda yapraklar ve karıncalar ezdim Gülhane’de. Aşiyan’dan, Karacaahmet’ten ahretliklerim oldu, muhabbetleştim- muhabbet deştim. Kışın düştüm. Yaz geldi bisiklete bindim, şemsiye açtım bir sabah vakti, güneşte gölgem oldu deniz. Ama bahar oldu mu aranmaya başladım: Kelimesi neydi bunun? Sonsuzluk ve- ya da Bir Gün? Gelse yanıma sarışınından bir minik “Sana kelime getireyim ister misin?” dese, “ama bu sana pahalıya patlar.” İstediğin şeker olsun, bir boğaz dolusu şeker senin olsun, yelken açar seyyah olursun, derim. Yeter ki ver bana kelimelerimi. Bir kaşık Schopenhauer getirse bana, onu bile çalar bu şehir. Zavallı derler arkamdan, vallahi üzülürüm.* Bilsem ki Bozkır’da romanlar, şiirler, tınılar benim olacak, Tomris’in kadınları gibi aydınlanıp atarım bir adım, durmam bu gürültüde,...

Tam Aydınlanıcam Bi Gülme Geliyo

Hep kitap okumayı çok seven bir çocuktum. Hatta okumayı ilk öğrendiğimde çok yüksek sesle okuduğum için annem-babam evde uzun süre kitap okumama izin vermezlerdi ben de bu yüzden el feneriyle yorgan altında okurdum kitabımı. Bugün gözlüksüz bir karış öteyi görememem o günlerin mirasıdır. Kardeşim liseye başlayana kadar ders kitapları dahil doğru düzgün pek kitap okumuş sayılmaz. Ben de kardeşime okumayı sevdirmek için türlü yollara başvurdum. Çocuk kitap okusun diye döndürdüğüm numaralar sistematikleştirilse yepyeni bir eğitim modeli çıkar yani. Bütün bu yöntemlerden tek biri işe yaradı: karikatür okutmak. Bir çocuk dergisinin sadece karikatür sayfalarını okutmayı başarmıştım. Onunla beraber ben de karikatür okumaya özel bir ilgi duymaya başladım. Karikatür ilgim çocuk dergilerinden çıktı, karikatüristleri takip etmeye başladım.                  Yaklaşık yedi yıllık bir karikatür okuyucusu o...

Asosyal Entellerin Tuhaf Hikayesi

İş bu beyanname Asosyal Entel tayfanın zuhuratını hikâye etmektedir. İstanbul’da Nisan ayını tecrübe edişimin 3. sene-i devriyesiydi. İstanbul baharları ki ne edebi kelâmlara mazhar olmuş, ne zarif kalemlerin ilham membaı olagelmiştir. Yol kenarlarını süsleyen rengârenk laleler, boğazın cezbedici manzarasına en çok yakışan rengiyle erguvanlar… Aaahh İstanbul baharları… Neyse efendim İstanbul’un rahmet yağmayan caanım bahar günleri gelip geçmekte ancak bendeniz bir türlü Emirgan’a gidip, lâleleri temaşa edememekte, o enfes manzaranın sefasını sürememekte idim. Evvel bahar da yine böyle geçmemiş mi idi? Neyse ki Urumeli Hisarına nazır olan fakültenin tesellisi olmasa baharın geldiğini imtihan kâğıtlarında yazan “2012-2013/Spring” lafından başka hatırlatacak unsur kalmayacak idi. Urumeli Hisarı’nın yanı başında tedris edip de bu sene Aşiyan yokuşundan Bebek sahiline inmişliğin var mı diyecek olursanız cevabım mutlak suretle şu olacaktır: Heyhât! Bu bahar o hazdan da mahrum ...