“Yeraltından Notlar” kitabını yıllar önce bir hevesle
almıştım. Aldığım zamandan beridir her elime alıp okumaya başladığımda da, daha
3-4 sayfa ilerleyemeden kitabı anlama ümidim kırılır ve ileri bir zamanda, beynimin
daha çok gelişip idrakimin daha çok açılacağını umduğum bir zaman, okumak için
yerine geri koyardım. Ta ki Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” filmini izleyene
kadar.
Film
izlemeyi pek seven bir insan değilim. İzleyeceğim filmin gerçekten vakit
harcamaya değer olduğuna inanmam gerekir. Bu filmde hem başrolde Engin Günaydın’ın oynaması hem
Ankara’da yaşayan bir memurun hayatıyla alakalı olması, üstüne üstlük
Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabından esinlenilmiş olması epey ilgimi
çekti. Zeki Demirkubuz’un daha önceden “Masumiyet” ve “Kader” filmlerini
izlemiştim. Filmlerden yükselip içime giren mutsuzluk duygusunu çok net bir
biçimde hissetmekle beraber, bu mutsuzluğa bir şekilde yabancı olmadığımı da
içten içe kavrayabiliyordum. Bu yüzden Demirkubuz’dan yeni bir mutsuz film
seyretme fikrinin itici gelmesi bir yana, beni çektiğini söyleyebilirim.
Yeraltı
adlı filmde, Muharrem isimli karakterin sıradan hayatında yaşadığı, hepimize yabancı
gözükse de bir yanıyla bizim hayatımıza tıpatıp benzeyen olayların yanısıra kendini
zorla davet ettirdiği bir akşam yemeğinde yaşananlar, konuşulanlar ve
konuşamadıkları, ardından arkadaşlarının onu, haysiyetini çiğnercesine,
görmezden gelmeleriyle gelişen yeni olaylarla devam ediyor. Filmin genelinde
Muharrem üzerinde görülen, tutarsız, anlaşılmaz davranışların aslında dikkat
edersek diğer karakterlerde de açık bir şekilde farklı yönlerden görebiliriz. Eve
gelen temizlikçi kadının kendisine eziyet eden adamı önce öldürmeye kalkışıp
ardından adam evlenmek isteyince bir anda sahiplenmesi, Muharrem’in ziyaret
ettiği arkadaşlarının, onuruna akşam yemeği tertip ettikleri arkadaşları
tarafından çeşitli şekillerde aşağılanmalarına karşın yine aynı adam tarafından
bir şekilde onure edilmesi sayesinde arkadaşlıklarına devam etmeleri, hayat
kadınının Muharrem’in kendisiyle yaptığı uzun konuşmadan sonra onun evine gelecek
cesareti bulması… Bütün bunlar aynı duygu zincirlerinin farklı hayatlardaki
izdüşümleri olarak görünüyor gözüme. Hepsi – ya da hepimiz- aşağılanmayı
kaldıramayacak kadar onurlu ancak bizi aşağılayanın vereceği şeref payesine
kanacak kadar tamahkarlar. Açıkçası bu ikinci durum benim gözüme aşağılanmayı
bir şeref payesi bedeli karşılığında kabul etmiş olmak şeklinde gözüküyor.
Demirkubuz,
kendisiyle “Yeraltı” filmi üzerine yapılan bir röportajda “Bütün Türkiye’ye
seyrettirin bu filmi, her gün yaşadığı şey olmasına rağmen “Bu ne ya!”
diyecektir.” demiş. Bence, hem filmi hem kitabı en iyi özetleyecek cümle bu
olurdu. Kitaptaki ve filmdeki adam, kendini modern düşünceye hakim bir aydın
görmenin getirdiği üstünlük duygusuna rağmen cahil, görgüsüz, kendinin farkında
olmayan insanlardan oluşan bir toplumda yaşıyor olmanın sıkıntısını yaşıyor
diyebilirim. Elbette bu söylediğim, görülen olayların kahramanın gözünden
yapılmış bir tasviri olabilir ancak.
Kitap
iki kısımdan oluşuyor. İlkinde uzun bir monolog ile karşılaşıyoruz, ikinci
kısımda kahramanın yaşadığı hayatı anlatması ile ilk kısımda anlatılanları daha
iyi kavramaya başlıyoruz bana kalırsa. Kendi adıma ilk kısmı anlamakta ve
okumaya devam etmekte çok zorlandığım için bugüne kadar kitabı okuyup bitirmem
çok uzun zamanımı aldı. Yine de yeni okuyuculara kitabı okuma konusunda sebat
etmelerini ve kitabı tek bir seferde okuyup anlamayı beklememelerini tavsiye
ederim.
Kitapta kahramanın duygularındaki
hızlı iniş çıkışlar daha ilk sayfalardan itibaren dikkat çekiyor. Başlangıçta
okuruna karşı çok kibirli bir tavır takınırken birden bu kibirli tavrı bilerek
takındığını söyleyip aslında hiç de böyle hissetmediğini söyleyerek yelkenleri
suya indiriveriyor. Sonra bir anda, bu kendini açma seansı canını sıkmış olacak
ki, parlayıverip okurunun da ne düşündüğünü umursamadığını sert bir dille
belirtiveriyor. Kitabın daha ilk sayfalarında takındığı bu tavırla hayat
kadınına karşı takındığı tavrın birebir aynı duygu devinimlerini takip ettiğini
söylemek zor değil. Nasıl o kadına sayfalarca nutuk çektikten sonra günlerce
onunla ilgili, onu kendi hayatına sokup kendine nasıl bağımlı edeceğine dair
hayaller kurmuşken kadın evine geldiğinde onu aşağılayıcı şekilde davranıp
kovduysa okuyucuya da bir yandan derdini anlatırken hem onun ne düşündüğünü
umursamadığını söyleyerek onu aşağıladığını düşünür hem de anlatmaktan, kendini
dinlettirmekten vazgeçmez. Tıpkı hayat kadınını kovduktan sonra peşinden
gitmesi gibi. Her iki durumda da karşısındakinin onayını alana dek ona muhtaç,
bu onayı aldığını düşündükten sonra aslında o onaya ihtiyacı olmadığını
söyleyecek kadar kibirlidir.
Dostoyevski, kitabın başında bu
kitaptaki karakterin bir hayal ürünü olduğunu ancak aslında karakterin aramızda
bulunuyor olmasının zorunlu olduğunu belirtmiş. Kitabı okudukça kendisiyle aynı
fikri paylaşmaya başladığımı belirtmek zorundayım. “Yeraltından Notlar” ın
hayali yazarına benzer insanlarla sadece aynı toplumda yaşamıyoruz, bana
kalırsa bu kuruntulu, çok bilmiş, kibirli tavırları hepimiz içimizin bir
köşesinde saklıyoruz da. Kitabı bitirir bitirmez yeniden başlama isteği duydum
ve ikinci kez okumaya başladığımda aslında notların yazarıyla benzer
düşünceleri paylaştığım noktaların olduğunu fark ettim. Bu kitabın hem
Dostoyevski’nin sonradan gelecek olan eserleri için bir dönüm noktası hem de
dünya edebiyatı için önemli bir eser yapan özelliğin de, bu insanın içinde hiç
de rasyonel olmayan kısımları gün yüzüne çıkarması olduğuna inanıyorum..
Bu arada belirtmeden
geçemeyeceğim; kitabın ilk satırlarında yazarın söylediği “Ben hasta bir
adamım. Galiba karaciğerimden hastayım.” cümlesi bana Didem Madak’ın
“Sanırdım
Bu dünya karaciğerinden
hastadır.”
dizelerini hatırlatmıştı. Bu benzerliğin üstüne uzun uzun
konuşulabilir ama sanırım bu konuşma Didem Madak şiirine yabancı olanlar için anlamsız gelecek, onu tanıyanlar içinse laf kalabalığı olacaktır. Bu yüzden burada
yorumu okuyanına bırakıyorum.
Bu küçük hacimli kitap; yoğun
içeriği, insan davranışları ile ilgili ortaya koyduğu farklı gözlemleri ve
iddiaları ile defalarca okunmayı hak ediyor bana kalırsa. Kitabı okuyacaklara
iyi eğlenceler diliyorum. Okumuş olanlara da umarım bu yazı ile bir katkı
sağlayabilmişimdir.
Yeni incelemelerde görüşmek
üzere.
Elinize sağlık
YanıtlaSiltitanium fishing pliers | TITanium Sports - Titanium Hockey
YanıtlaSilVisit TITanium Sports titanium earring posts for expert tips. TITIA CASINO CASINO CASINO RESORT in Tunica, Mississippi. TITIA titanium bracelet CASINO titanium engagement rings RESORT in titanium steel Tunica titanium 170 welder Mississippi