Bunun bir kelimesi vardı, neydi? Hani duraktasındır, göğe bakarsın, kalabalıklaşırsın da anlatamazsın, noktadan öteye geçemezsin. Otobüs gider, sen kalırsın. İşte öylece kalakaldım bu şehirde. Sonbaharda yapraklar ve karıncalar ezdim Gülhane’de. Aşiyan’dan, Karacaahmet’ten ahretliklerim oldu, muhabbetleştim- muhabbet deştim. Kışın düştüm. Yaz geldi bisiklete bindim, şemsiye açtım bir sabah vakti, güneşte gölgem oldu deniz. Ama bahar oldu mu aranmaya başladım: Kelimesi neydi bunun? Sonsuzluk ve- ya da Bir Gün? Gelse yanıma sarışınından bir minik “Sana kelime getireyim ister misin?” dese, “ama bu sana pahalıya patlar.” İstediğin şeker olsun, bir boğaz dolusu şeker senin olsun, yelken açar seyyah olursun, derim. Yeter ki ver bana kelimelerimi. Bir kaşık Schopenhauer getirse bana, onu bile çalar bu şehir. Zavallı derler arkamdan, vallahi üzülürüm.* Bilsem ki Bozkır’da romanlar, şiirler, tınılar benim olacak, Tomris’in kadınları gibi aydınlanıp atarım bir adım, durmam bu gürültüde,...